24 Temmuz 2017 Pazartesi

Kitap Yorumu: Otomatik Portakal




Orjinal Adı: A Clockwork Orange
Türkçe Adı: Otomatik Portakal
Yazar: Anthony Burgess
Çevirmen: Dost Körpe
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 168


__________________________________________________________

Arka Kapak

Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna sistematik bir baskı uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum...
...
Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. "Uqueer as as clockwork orange". Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da "canlı" anlamına gelen "orang" sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm...
-Anthony Burges-

Karabasan gibi bir gelecek atmosferi... Geceleyin sokaklara dehşet saçan, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler... Sosyal kehanet? Kara mizah? Özgür iradenin irdelenişi?.. Otomatik Portakal bunların hepsidir. Aynı zamanda hayranlık verici bir dilsel deneydir, çünkü Burgess antikahramanı için yeni bir dil yaratır: Yakın geleceğin argosu "nadsat"ı.

... ve Stanley Kubrick'in muhteşem film uyarlaması, yirminci yüzyılın kült eserlerinden biri olan bu romanın şöhretini pekiştirmiştir...
__________________________________________________________



Uzun bir sürenin ardından herkese yeni bir yorumla merhaba. Bundan önce minik bir bilgilendirme yazısı paylaştım son bir yılla ilgili o yüzden lafı uzatmadan yoruma geçiyorum.


Otomatik Portakal okumayı merakla beklediğim kitaplardan biriydi. İsmen kitap ve film dünyasında fazlaca adı geçiyordu ve bilindiği üzere çoğu insanın çoktan okuyup izlediği, klasiklerden biri haline gelmiş denebilecek bir kurguydu.

Sayfa sayısının da az olmasıyla beraber daha fazla bekleyemeyip sınav dönemi okumaya başlamıştım. Ancak anlatım dili ve kurgusu insanın suratına tokat gibi çarptığı için o dönemde pek vakit ayıramayıp her şey bittikten sonra, yazın bir çırpıda okuyup bitirdim. Ki tavsiye olarak da zihninizin çok yorgun olmadığı bir dönemi seçmenizde fayda var. Altta yatan eleştirel düşünceleri ve anlatımı sindirebilmek açısından elbette.

Bir Yılın Ardından


Merhaba tesadüfen bu satırlara denk gelen güzel insan. Bir yıl geçti buralara uğramayalı. Neredeyse blogumun 4. yılı dolmak üzere. Ne kadar hızlı geçiyor zaman. 4 yıl önce bugünlerde, yapabilir miyim düşüncesi vardı. Yazabilir miyim? Olur mu? İnsanlar okur mu? Ve daha birçok soru... Sonraki günlerde bir cesaretle açmıştım ve işte bugün buradayım. Zaman geçtikçe daha az ilgilenir oldum blogla, evet. Ama ilk göz ağrım gibi bir şey burası. 14 yaşındaki bir kızın elinden geldiğince okuma hevesini paylaşmak istemesi... 4 yılda hayatımda birçok şey değişti, acı tatlı birçok deneyim yaşadım. O zamanlar yeni sbs'den çıkmış -bizim zamanımızda sbs vardı tabii- liseyi heyecanla bekleyen bir kızdım. Ve şu hale bakın ki o heyecanla beklediğim lise bitti, dolu dolu anılar bırakarak ardında. Korkuyla kaçmak istediğim ygs-lys de geride kaldı, öldürmedi ama süründürdü elbet herkes gibi. 4 yıl önce bugünleri hayal edebilmek bile ne kadar zordu oysaki...